27 Haziran 2023 Salı

Havâs İlmi İsteklilerine Hikmetler : Riyâzat

 


Birgün bir adam Hz. Mûsâ (a'leyhisselâm)’a gelerek dedi ki:
"Âdemoğullarının sözleri suya, ekmeğe, şana, şöhrete aittir. Hayvanların dillerini öğrenmek; bu dünyadan göçme vaktinde ki tedbirlerini bilip, ibret almak istiyorum."

Mûsâ (a'leyhisselâm):
 - "Haydi, efendim haydi! Vazgeç bu hevesten. Bunun önünde de, sonunda da birçok tehlikeler var. İbret almayı, uyanmayı Allâhü teâlâ'dan dile. Kitaptan, sözden değil... Dedi ise de, adam; Mûsâ men ettikçe kızıştı, üstüne düştü. Zaten insana bir şey yasaklandığında o şeye hâris olur, gözü ona ulaşmaktan başka şey görmez olur."

"Yâ Mûsâ... Ey cömert er! Herşey kadrini, kıymetini senin nûrunun parlaması ile buldu.  Beni bu muradımdan mahrum etmek lûtfuna yakışmaz. Allâh vekilisin, muradımı vermez isen beni hüzünler içerisinde bırakırsın," dedi adam.

Mûsâ (a'leyhisselâm), Allâhü teâlâ'ya münâcâtta bulunup:
 - "Yâ Rabbî! Şeytân bu saf adamla alay mı ediyor? Öğretsem; ziyankârlardan olacak, öğretmesem; gönlüme bir kötülük gelecek," dedi.

Allâhü teâlâ dedi ki:
 - "Yâ Mûsâ öğret. Çünkü biz, keremimizden hiçbir duâyı asla reddetmeyiz."

Mûsâ (a'leyhisselâm) dedi ki:
 - "Yâ Rabbî! Sonra pişman olacak, ellerini dişleyecek, elbiselerini yırtacak. Kudret herkesin harcı değil. Acz, Allâhü teâlâ’dan çekinen kişiye en iyi sermayedir. Zengin neden senden uzaklaştı; kudreti var, sabrı terketti, dilediğini yapıverdi. Acizlik ve yoksulluk; insanı hırslarla, onların oluşturduğu gamlarla dolu bir ortama girmesini engeller. Gam, olmayacak dileklerin ardına düşmekten meydana gelir."

Allâhü teâlâ dedi ki:
 - "Yâ Mûsâ, sen onun dileğini ver."

Mûsâ (a'leyhisselâm) Adama:
 - "İstediğin seni mahcup eder, yüzünü sarartır. Gel bu sevdadan vazgeç. Allâh’tan kork. Şeytân seni aldatmış," dediyse de dinletemedi,

Adam inatla:
 - "Ne olursun, bari hiç olmazsa kapı dibinde yatıp duran köpek ile kümes hayvanlarının dilini öğret," diye ısrarla yalvardı delikanlı.

Mûsâ (a'leyhisselâm) dedi ki:
 - "Peki, haydi git şimdi. Bu ikisinin dillerini anlayacaksın."

Adam sabahleyin:
 - "Bakalım sahiden dillerini öğrendim mi?" diye kapının eşiğinde beklemekte iken, hizmetçi kadın dışarı çıktı ve sofra örtüsünü silkelerken bir parça bayat ekmek de yere düştü. Horoz hemen kapıverdi, yuttu.

Köpek dedi ki:
 - "Ey horoz,  bize zulmettin. Hâlbuki sen buğday, arpa, mısır tanesi ne bulsan yiyebilirsin. Hâlbuki ben bunların hiç birini yiyemem. Böyle olduğu halde kısmetimizi kapıveriyorsun."

Bu sözleri duyan horoz:
 - "Merak etme. Allâh sana bunlara karşılık başka şeyler verir. Kederlenme, ev sahibinin atı sakatlanacak, yarın adamakıllı doyacaksın," dedi.

Adam bu sözleri duyunca derhal atı sattı. Dolayısıyla horozun dediği çıkmadı, köpeğe karşı mahcup durumda kaldı. Ertesi gün yine horoz ekmeği kapınca köpek dedi ki:
 - "A düzenbaz horoz... Hani at sakatlanacaktı, bizler rızıklanacaktık? Sözünde hiç doğru bulunmaz mı, kara yürekli!"

Her şeyden haberi olan horoz, köpeğe dedi ki:
 - "Atı sakatlandı, sakatlandı ama başka yerde. Çünkü önceden sattı, ziyandan kurtuldu. Zararını da başkalarına yükletti. Fakat meraklanma. Yarın katırı sakatlanacak. O nimet ancak köpeklere nasip olur."

O haris adam hemencecik katırı da sattı. Dertten de kurtuldu, ziyandan da.

Üçüncü gün köpek horoza dedi ki:
 - "Ey beyliği davulla, dümbelekle ilan edilen yalancılar şahı! Hani ?.. Nerede vaadin?"

Horoz:
 - "Acele katırı da sattı. Fakat yarın kölesi ölecek. Ölünce de akrabaları yoksullara, köpeklere ekmekler dağıtacaklar," dedi.

Adam bunu duyunca köleyi sattı, ziyandan kurtulduğundan yüzü parladı, neşelendi. Üç ziyandan da kurtulduğu için şükürler etmekte:
 - "Kümes hayvanları ile köpeklerin dillerini öğrenmekle, kötü takdirlerden kendimi kurtardım!"  demekteydi.

Ekmekten mahrum kalan köpek, üçüncü gün:
 - "Ey yalancı horoz! Yalanların, düzenlerin nereye kadar devam edecek? Sen yalandan başka söz bilmez misin?" dedi.

Horoz dedi ki:
 - Hâşâ! Ne ben yalan söylerim, ne de benim cinsimden olan diğer horozlar. Biz yalandan yunmuş, arınmışız! Horozlar müezzinler gibidir. Güneşi gözetler, vakit geldi mi diye bakar dururuz.  Vakitsiz “Haydin namâza” dememiz, kanımızı helâl eder. Masum olan, yanılmayan ise; ancak vahye mazhar olan can horozudur! Kölesini de sattı. Satar satmaz da öldü. Alan iki katı ziyana girdi. Fakat bil ki; malını kaçırdı ama kendi kanına girdi. Bir ziyana uğramak, birçok ziyanı def edecektir. Cismimiz, malımız; canımıza fedâdır. Canımıza gelecek belâ, malımıza gelir. Gazâba uğradın mı, padişaha malını verir canını kurtarırsınFakat iş bilmez cahil, kazaya düşünce padişahtan malını kaçırmaya kalkışır. Fakat yarın da ev sahibi ölecek. Mirasçıları feryat figan ederek bir öküz kesecekler. Herkese epey pay düşecek. Dervişler neden riyâzat yapar? Çünkü cisme verilen o eziyetler, canların bekâsına sebep olur.  Kâr ummaksızın veren ancak Allâh’tır. Yâhût O’nun huyuyla huylanmış olan Allâh Velîsi. Çünkü O “Ğânî” dir.  Başkaları ise yoksul. Riyâzatta tenin ölümü diriliktir. Kendi varlığından ölmüş, Allâh’la dirilmiştir.

O habis adam da horoz ne diyecek diye kulak vermiş dinliyordu. Duyduklarından ateşlenip, koşa koşa Mûsâ (a'leyhisselâm) kelimullâh'ın kapısına dayandı:
 - "Ey Kelîm, feryadıma yetiş!" diye ağlamaktaydı.

Mûsâ (a'leyhisselâm):
 -  "Haydi, Müslümanlara ziyan ver, keseni, dağarcığını iki kat doldur! Sana aynada görünen bu kaza ve kaderi, ben kerpiçte gördüm. Akıllı kişiye, sonda görünecek şey önceden Bilgisize ise sonradan görünür.

Adam feryâd ederek dedi ki:
 - "Ey iyi ahlaklı... Lütfet!  Başıma kakma, yüzüme vurma. Ben iyiliğe layık bir adam değilim, ancak öyle hareket edebilirdim... Ettim de. Sen benim liyakatsızlığıma iyi bir karşılık ver. Lütfet!"

Mûsâ (a'leyhisselâm):
 - "Oğul, ok fırladı, geri gelmesi âdetten değildir. Fakat sana bir iyilikte bulunmak isterim. Ölüm zamanında îmânsız kalmayasın, imanla ölesin. Îmânını yoldaş ettin mi, dirisin zaten. Ebedisin!"

Tam bu sırada adamın hâli değişti, gönlü bulandı leğen getirdiler... Ama bu bulantı yemekten değildi. Ölüm alameti. A ham bedbaht! Kıyâmetin ne faydası var sana?  Dört kişi alıp evine götürdüler.

Mûsâ (a'leyhisselâm), Seher vakti duâya başladı:
 - "Yâ Rabbî, sen onun îmânını alma. Padişahlıkta bulun, bağışla onu. Yanılmış, şaşırmış, haddini bilememiş, fazla ileri gitmiş. "Bu bilgi senin harcın değil," dedim amma, anlamadı, başımdan savıyorum zannetti. Sopasını ejderha yapabilen kişi, ejderhaya el atabilir... Sırrı gizleyebilen gayb sırlarına kavuşur... Su kuşundan başka kuş denize atılmaz, o da suda yaşamadığı halde denize atıldı, boğuluyor... Ey merhametli Allâh'ım, sen elinden tut!"

Allâhü teâlâ dedi ki:
 - "Peki... Îmânını bağışladım. Hatta dilersen dirilteyim de! değil yalnız onu... Hatırın için bütün ölüp gömülmüş olanları dirilteyim!"

Mûsâ (a'leyhisselâm):
 - "Yâ Rabbî! Bu dünya ölümlü dünyadır. Sen onu o aydınlık âlemde dirilt. Bu fenâ dünyâ varlık dünyâsı değil. Sonunda yine ölecek değil mi? Sen onlara rahmet saç!"

Ey insan: mal, mülk ziyanı cana faydadır, canı vebâlden kurtarır. Sen de riyâzata, canla başla sarıl. Tenini riyâzata verdin mi, canını kurtardın demektir. 
Ey talihi yaver kişi; gönlüne riyâzat isteği gelirse, secde et, şükranelikler dağıt. Mademki Allâhü teâlâ o riyâzat isteğini verdi, o istek sana kendiliğinden gelmedi, seni “Kün!” emriyle riyâzata o çekti.